Malatya Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi
Kardiyoloji AD Öğretim Üyesi
Ateroskleroz denildiği zaman özellikle kalp hastalıklarında öldürücü sonuçlar olması nedeni ile günümüzde tüm dünyada hemen hemen 1.sırada ölüm sebebi olarak yer almaktadır. Genelde kalbin damarları olan koroner arter hastalığını çağrıştırmaktadır, ancak vücudumuzda diğer tüm damarlarda bu hastalıktan etkilenebilmektedir. En ciddi sonuçları da kalpte olduğu için daha çok koroner arter hastalığı ile de eş değer anlamda kullanılmaktadır.
Vücudumuzdaki damarları taşıması gereken kan, ilgili organa gidememektedir. Yani daralan damarlar hücrelerin beslenmesi için oksijenden zengin temiz kanı yeterince taşıyamamaktadır ve bu eksikliklere bağlı çeşitli klinik sorunlar ortaya çıkmaktadır. Özellikle kalp krizi, kalp dokusunun bozulması sonucu kriz sonrasında da kalp yetmezliği ve öldürücü sonuçlar, beyinde inme yine çok kötü sonuçlar doğurabilmektedir. Böbreklerimizde böbrek yetmezliği, bacaklara giden damarlarımızda tıkanma sonrasında kladikasyo denilen, yürüyüş sırasında bacak ağrıları, kramplar şeklinde seyreden durumlar oluşmaktadır.
Kolesterol, hücrelerin oluşmasında vücudun temel yapı taşlarından biridir. Kan ve dokularımızda kolesterol fazla olduğu zaman bir takım sıkıntılar doğurmaktadır. Kanda dolaşan kolesterol miktarı artmaktadır ve bu artışı azaltmak için özellikle vücut savunmada görevli hücrelerimiz bu kolesterolleri almakta ve damar duvarında biriktirmeye başlayarak ateroskleroz denilen damar sertliğinin başlangıcını oluşturmaktadır. Gıdalarımızla aldığımız proteinler, yağlar, karbonhidratlar normal ihtiyacımızdan fazla olduğu zaman vücudumuzdaki depolama birimleri, bu besinleri öncelikle kolesterole çevirip, yağ olarak depolamaktadır. Organlar, dokular, hücreler, damarlar içerisinde biriken yağların artışına bağlı olarak da obezite adı verilen hastalık oluşmaktadır.
Aterosklerozun dışında vücutta fazla biriken yağlar ile ve aşırı kilo, obezite ile birlikte vücutta bir takım metabolik değişiklikler başlamaktadır. Özellikle diyabet, hipertansiyon gibi obezite ile kilo alımını takip eden süreçler görülmektedir. İnsülin direnci artışı ile; kalp damar hastalıkları ve diyabet oluşumunu hazırlayan fazla kilo, yağ-kolesterol metabolizması bozuklukları, yüksek tansiyon ve şeker metabolizması bozukluklarının (gizli şeker problemleri) bir arada bulunduğu metabolik sendrom adı verilen bir tablo oluşturur. Bununla birlikte kalbin koroner damarlarında bozulma ile damar sertliğinin başlaması ve ilerlemesi görülür.
Buradaki parametrelerde örnek olarak; HDL denilen iyi kolesterolün hekimler yüksek olmasını istemektedirler, çünkü HDL fazla kolesterolü kandan uzaklaştırarak damar sağlığını koruyan bir kolesteroldür. Eğer damarlarda yeterli düzeyde HDL olmazsa kolesterol kandan temizlenmez, bu da damarlarda plak oluşumuna, damar sertliği ve damar daralmasına neden olur. Diğer bir parametre ise LDL denilen, özellikle oksitlenmiş ve en tehlikeli olarak görülen kolesterol türüdür ve de trigliserid adı verilen diğer bir parametre daha vardır. LDL ve trigliserid parametreleri kan değerleri takiplerinde kontrol edilen, önerilerle veya ilaçlarla kontrol altına alınmaya çalışılan parametrelerdir.
Rutin takiplerde bireylerin LDL ve trigliserid düzeylerini takip ederek; hem koroner arter hastalığından korunma, hem de koroner arter hastalığı olan kişilerde bunları normal limitlerde tutmaya çalışmak üzere periyodik kontroller, ilaç tedavileri planlanmaktadır. Burada klinisyenlerin amacı kişiye, yaş grubuna, risk faktörüne ve kişinin mevcut risk faktörlerine göre herkesi bir kan seviyesinde tutmaya çalışarak hastalıklardan korumaya çalışmaktır.
Kalp damarlarının tıkanması ile ilgili en yüksek riskli kişiler, ateroskleroz denilen, yani diğer bir atardamar hastalığı olan kişiler, inme geçiren, aslında kalp-damar hastalığı açısından en yüksek kişilerdir. Böbrek damarı tıkalı olan kişi yine kalp doktorları açısından yüksek riske sahip kişilerdir. Henüz kalp-damar hastalığı tanısı konmamış, ancak vücudun başka yerlerinde damar hastalığı ortaya çıkmış kişiler yine kalp doktorları açısından en yüksek riskli kişilerdir. Bazen bu durumlar dikkatlerden kaçabilmektedir.
Kalbin atardamarları bir bütündür. Başka yerde ateroskleroz varsa bunun kalpte veyahut da beyne giden damarda oluşma ihtimali çok yüksektir. En yüksek riskli kişiler bu sayılan gruplardır. Risk gruplarında; büyük risk grupları, küçük risk grupları, kontrol edilebilen, edilemeyen şeklinde birçok sınıflama söz konusudur, ancak kontrol edilemeyen risk grupları da söz konusudur. Bunların en önemlisi ise yaşlanmadır.
Yaşlanma maalesef durdurulamamaktadır. Koroner arter hastalığı da bir yaşlanma hastalığıdır ve yaş ilerledikçe ortaya çıkma ihtimali de artmaktadır. Bu riskler maalesef değiştirilememektedir, yine de ailede damar sertliği olması önemli bir risk faktörü sayılmaktadır.
Koroner arter hastalığı, 1.derece akrabalarınızda varsa, siz de aynı aileden biri olarak ve genetik olarak değerlendirilen aynı riski taşıyorsunuz demektir.
Yine cinsiyet, özellikle erkeklerde bilindiği üzere erken yaşlarda koroner arter hastalığı daha çok gözükmektedir ve daha öldürücü sonuçları olmaktadır. Kadınlar ise menopoza kadar ciddi bir koruma altındadır ve görülme sıklığı da çok düşüktür.
Değiştiremediğimiz risk faktörlerinden biri de gündelik hayatımızdaki diyabettir. Kalp doktorları diyabeti, koroner arter hastalığına eş değer olarak kabul etmektedir. Çünkü diyabeti olan kişiler en fazla kalp hastalığı riski altında olan kişilerdir.
Sigara, tütün kullanımı ateroskleroz oluşturmadan ateroskleroz gibi akut koroner hastalıklara neden olmaktadır. Ancak sigara ve tütün kullanan kişilerde ateroskleroz oluşumu daha kolay gelişmekte, kalp krizi daha fazla görülmektedir.
Hipertansiyon, kan basıncının yüksek olmasıdır ve kalp damarları olan koronerleri, böbrekleri, beyine giden beyin damarlarını oldukça sık etkileyen, kalp damarların da tıkanıklık yapan önemli sebeplerden biridir. Hiperlipidemi, kan yağlarının yüksek olması, kolesterol seviyelerinin yüksek olması, bizler için en büyük risk faktörlerinden birisidir.
Diğer risk faktörleri, hiç hareket etmeden yaşamak, stres, beslenme bozuklukları, dengesiz ve kötü beslenme şekli denilen uygunsuz lipid içeriği olan doymuş yağ oranlarının yüksek olduğu diyetlerle beslenme, fazla kilo, obezite, koroner arter hastalığı yapan sebeplerdir. Aşırı miktarda alkol, tütün kullanımı başka hastalıkları olan kişilerde, özellikle inflamatuvar hastalıklar denilen, romatoid artrit, ankilozan spondilit gibi hastalıkları olanlarda, koroner arter hastalıkları için risk faktörüdür.
Özellikle damar sertliği pandemi sürecinde koroner arter hastalığı için risk faktörü olmuştur. Özellikle akut koroner sendrom denilen, damar içerisinde pıhtı oluşmasının tetikleyicilerinden birisidir. Son zamanlarda genç nüfus arasında özellikle ilaç bağımlıları, yanlış ilaç kullanımları, madde kullanımları kalp krizini tetikleyen, kalp kaynaklı ani ölümlere ve koroner arter hastalığına neden olan önemli risk faktörleridir.
Mesela kişi sigara kullanıyorsa, o zaman sigaranın bırakılması gerekiyor. İyi bir diyabet ve hemoglabin A1c kontrolü, özellikle kişinin 3 aylık takiplerinin iyi olması gerekiyor.
Kontrolsüz bir diyabet, hem koroner arter hastalığının yaygınlığını, mevcutta da varsa bunun kötü seyretmesine neden olmaktadır.
Kan şekerlerimizi kontrol ettirmeyi, kolesterollerimiz yüksekse tedavisini, tansiyonumuz yüksekse tansiyonumuzun uygun ilaçla veya yaşam şekli değişiklikleriyle tam kan basıncımızın kontrol edilmesi gerekmektedir. Risk faktörünün çeşidine göre takipler önerilmektedir ve bireyin değiştirebileceği risk faktörleri planlama ile normalleştirilmeye çalışılmaktadır.
Bunların hepsinin takip süreleri farklıdır. Mesela; kişi bir hipertansiyon hastasıysa, hastanın kendini biraz takip etmesi gerekiyor. Kan basıncı kontrolsüz olduğu zaman ilgili uzman hekime başvurması gerekiyor. Sigaranın koşulsuz bırakılması gerekiyor. Bunlar, risk faktörüne göre takip gerektiren durumlardır.
Obezite özellikle pandemi sürecinde daha da ön plana çıkmıştır. Özellikle çocuklarda ve erişkin yaş gruplarında bu problemde, çok bir değişiklik olmasa da çocuklarda bunun yansımaları takip eden yıllarda daha belirgin olmaya başlayacak. Çocuklarda çok ciddi obezite problemleri görülmeye başlamıştır. Vücut fazla olan şeyi alıp, yağ olarak depo etme eğilimindedir ve bu da şişmanlık ve kilo problemi olarak ortaya çıkmaktadır. Depolanan yağlar hayatımızdaki fiziki depolarda olduğu gibi statik bir durum değildir, aksine depolanan yağlar vücudun biyolojisinde normalden uzaklaşan birçok sorunu adeta büyüyen bir kartopu gibi oluşturmaktadır. Depolanan yağlar çeşitli hormonlar salgılayarak metabolizmayı ve kalbin yükünü direkt ya da endirekt olarak olumsuz etkilemektedir.
Vücutta depolanan yağların direkt olarak etkilerinde kalbin iş yükünü arttırmaktadır, yani kalp normale göre fazla iş yapmak durumunda kalmaktadır. Kilo artışı oldukça kalbin koroner arterleri de etkilenerek kalp sağlığı bozulmakta, beraberinde diyabet ve hipertansiyon gibi sorunlar gelişmektedir.
Özellikle obez kişilerde obezite; insülin direncinin oluşması sonrasında metabolik sendrom denilen metabolizmanın farklılaşması, nihayetinde diyabet ile sonuçlanmaktadır. Obezite diyabet oluşumunu tetiklemektedir ve diyabet oluşturmaya yönelik mekanizmaları harekete geçirmektedir.
Obezite kan basıncının yüksek seyretmesiyle karakterize olan hipertansiyon hastalığını oluşturmaktadır ve koroner kalp hastalığı ve diğer kalp hastalıkları içinde en büyük risk faktörlerinden birisidir. O nedenle obezitenin ortaya çıkardığı durumlar ve kendisi de direkt olarak koroner arter hastalığı için bir risk faktörüdür.
Öncelikle bu risk faktörlerini oluşturmamak gerekiyor. Buna gündelik hayattan örnek verecek olursak, mide küçültme ameliyatları ile kilo veriliyor. Cerrahlar, kardiyovasküler açıdan riski var mı, ameliyat edebilir miyiz diye operasyondan önce kardiyolojik değerlendirme istemektedirler. Bu hastalar örneğin 140 kg ve üzerindeki kiloya sahip bir hastaya ilk geldiğinde yüksek kan basınçlarının operasyondan önce normal seviyelere düşmesi için hastaya üçlü bir antihipertansif tedavi veriliyor. Operasyondan sonra hasta rutin kontrollere geldiğinde, bu üçlü antihipertansif tedavi alan kişinin tamamen ilaçlarını bıraktığı, kan basıncının normal seviyelere düştüğü görülebilmektedir.